Söyleyecek sözü olanlar, her hafta KEYİAD‘a konuk oluyor, biliyorsunuz. Sevgili Ahmet Eler, Tek Rumeli TV’de “Ekonomide Ufuk Turu” programında, geçtiğimiz cumartesi Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı‘yı yeniden konuk etti. Prof. Kantarcı, Türkiye’nin yakından tanıdığı bir bilim insanı.
Çeşitli konferanslarda çevre ile ilgili bilgiler veren İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Kantarcı, sulu tarımda kullanılan kimyasal bileşiklerin sınırlı miktardaki taban suyuna sızarak tarımın ve doğal ekosistemleri yok edeceği uyarısında bulunuyor.
Kantarcı, kumul alanlarda ağaçların köklerinin kirli suyu emerek denizin kirlenmesini önlediğini belirtiyor; “Kumsal alanlar, Kıbrıs Akasyası gibi ağaçlarla yeniden ağaçlandırılmalıdır. Geçmişte dikilen fıstık çamlarının sökülmesi büyük bir hatadır. Çünkü kıyıdaki ağaçlar olmasa geride ne tarım yapılabilir ne de turizm” diyor.
Ülkemizde deniz, orman ve dağlık alanlardan meydana gelen coğrafi yapı, tarım ve turizm yoluyla “geçim” olanağı sağladığı herkesçe bilinmektedir. Geçmişte 2B statüsünde, ormandan çıkartılan ancak daha sonra yeniden “Orman” olduğu gerekçesiyle mahkeme kararlarına dayanılarak üzerindeki yapıların yıkımına başlanan alanların, aslında orman olduğunu unutmamak gerekir. Kantarcı; “Ancak şimdi buradaki köylüler bu alanların üzerinde turizm ve tarım yaparak yaşamlarını kazanıyor. Böyle bir gerçek var. Buralar, bundan sonra orman olarak değerlendirilebilir mi? Yeniden orman kapsamına alınan 2B parsellerinin kime satılacağı, 2B Yasası ile yabancılara mülk satışını düzenleyen yasanın birbiri ardına çıkartılması, 2B parsellerinin ve ormanın turistik tesislere mi yoksa yabancılara mı satılacağı, önemli soru işaretleridir” diye ekliyor.
Ekoloji ve toprak bilimi konusunda önemli çalışmalara imza atan Kantarcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlatılan ancak korumayı değil yapılaşmayı özendirdiği gerekçesiyle 2007 yılında Danıştay tarafından iptal edilen “Koruma Amaçlı İmar Planları“nı incelemek için görevlendirilen bilirkişi heyetinde yer almıştı.
*
Bölgemizde de yaygınlaşan taş ve kum ocaklarının Trakya, Saroz Körfezi ve çevresindeki köyler için bir “Yok olma” veya “Göç etme” sürecini işaret ettiğini söyleyen Eler ve Kantarcı; “Halk toprağını (vatanını) terk etmek istemiyor” görüşünde birleşiyor. İstanbul’un kuzeyindeki orman alanlarının havaalanı, kuzey oto yolu ve taş ocakları ile tahrip edilmesi İstanbul’u yok edecektir. Çünkü İstanbul’un içme ve kullanma suyu kaynakları kuzeyindeki orman alanlarındadır.
ABD’de 1950 yılında “Bir savunma fantezisi” olarak önerilen “Karadeniz-Marmara kanalı” yeni bir projeymiş gibi ortaya atıldı. Böyle bir kanal girişimi çok kapsamlı sorunlar yaratacaktır.
Arazinin jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri, yağış sularının çatlaklı kireç taşında sızma yönleri ve ormanların (özellikle orman toprağının) etkisi göz önüne alınarak taş ve kum ocakları ve bunlara sebep olan yapılaşma hakkında yapılan değerlendirmeler, gerçekten ilgi çekici. Çünkü öğrendik ki Çatalca Yarımadası’ndaki kireçtaşı arazisinde taş ocakları açıp, işletmek girişimlerine, masum ve yerel çapta işletme girişimleri olarak bakmak doğru değildir. Konuyu İstanbul ve çevresindeki “Kentsel Dönüşüm”, “Üçüncü havaalanı”, “Bağlantı yolları” ve “Kanal İstanbul” girişimleri ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
*
Dünya, gözü gibi korurken, biz gözünü çıkarmaya devam ediyoruz!
Son yıllarda, ormanlarımızda ve potansiyel yayılış alanında açılan taş ocakları ile dere tipi hidroelektrik santralleri (HES) binlerce yıldan beri oluşmuş ekosistemlerin doğal dengesine büyük ölçüde zarar veriyor. Özellikle kireçtaşı arazisinde yapılan tahribat ile son yıllarda Akdeniz Havzası’nın ısınmasından kaynaklanan ve sıklaşan “sağanak yağışların” bir araya gelmesiyle sel oluşumları ve göçük olaylarının, ciddi anlamda zarar vermeye başladığını üzülerek gözlemliyoruz. Ormanların tahribi, çok verimli tarım alanlarının da sellerden zarar görmesine ve yetiştirilen ürünlerin yok olmasına sebep oluyor. Binlerce yılda oluşmuş ekosistemlerin, günümüzde kısa süreli kazançlar için tahrip edilmesi, doğru değildir. Taş ocakları benzeri girişimlerle tahrip edilen ormanların tekrar yetişmesi, taştan elde edilen gelirin çok daha fazlasını gerektirir.
Leave a Reply