“İbo’nun balonları” başlıklı Ahmet AK yazısı: 
Çevremizdeki insanlar, güçlü, kararlı, bazıları mükemmeliyetçi, bazıları barışçıl, sevecen ve bazıları da popüler, neşeli; öyle değil mi?
Bu çok farklı kişilik türlerinin, diğerinden daha iyi veya daha kötü olduğunu söyleyebilir miyiz?
Elbette hayır!
Her birinin güçlü ve zayıf yönleri vardır.
Önemli olan, iletişimde bu farklılıkların bilincinde olmak…
Örneğin; mesajımızı verebilmek için yapmamız gereken, başkalarını mevcut kişiliğimize uymaya zorlamak yerine diğer kişilik türleriyle uyum sağlamaya çalışmak ve başarıdaki önemini fark edebilmek, sizce de önemli değil midir?
Hepimiz, kendimizin görmediği ancak başkalarının fark ettiği kişiliğimizin baskın özelliklerinin meydana getirdiği etkiyi görüp, davranışlarımızda dikkat etmemiz gereken yönlerimizi fark etmek istemez miyiz?
Elbette, çünkü her bir kişiliğin özellikleri, farklı kişiliklerdeki diğer insanlar üzerinde az ya da çok stres yapan yönleri vardır.
Özellikle iş hayatında birbirimizin çalışma biçimini anlamazsak stresimiz artıyor ve üretkenliğimiz azalıyor.
Aile içinde bile günün her saatinde “iyi iletişim kurma becerisi” başarının çok önemli bir faktörü.
Bu beceri kişilikleri tanımaktan geçiyor.
Kendimizi anlamamız, gerçekten kim olduğumuzu, neden böyle davrandığımızı, olumlu yönlerimizi, onları nasıl güçlendireceğimizi ve olumsuz yönlerimizle, onları nasıl olumluya çevireceğimizi bilmek, bu kişilik özelliklerinin farkında olunmasından geçiyor.
Kendimizi tanımadan, kişiliğimizi geliştirmeden başkalarıyla geçinmeyi öğrenebilir miyiz?
“İçimizdeki kaynakları fark edip en iyi şekilde kullanmayı bilirsek potansiyelimizin boşu boşuna akıp giden bir su gibi ziyan olmasına da izin vermeyiz” diyor Sevgili Oğuz Saygın.
O suyun önüne bir baraj yapar ve onu kendi lehimize kullanabiliriz.
Böylece hayat ve insanlar olduğu gibi kabul edilebilir ve aslında farklılıkların bir mozaiğin meydana getirdiği anlam gibi çok şeyler ifade ettiği fark edilebilir.
İnsan, başkalarının kişiliğini tahlil etmeden önce kendi kişiliğinin özelliklerini, olumlu ve olumsuz yönlerini yakından tanımak zorundadır.
Bunu en iyi dile getirenlerden biri de kişisel gelişim uzmanı  Sevgili Oğuz Saygın, bu hafta Tek Rumeli ekranlarında bizlerle oldu.
20 Aralık Cumartesi akşam canlı yayında ve 23 Aralık Salı günü program tekrarında sorularımızı yanıtladı.

fotoğraf (1)

(Ahmet Eler, Oğuz Saygın)
Tek Rumeli TV ekranlarında, Keşanlı Yönetici ve İşadamları Derneğimizin KEYİAD Yönetim Kurulu Başkanı Sevgili Ahmet Eler kardeşimizin hazırlayıp sunduğu “Alternatifsiz Gündem” programında “Renklere göre karakter analizi” çalışmasından da söz ederek, insanları karakter analizine göre 4 renge ayıran Sevgili Hocamız Oğuz Saygın; sarı, kırmızı, mavi ve yeşili öğrenip, iyice oturttuktan sonra karşımızdaki insanı anlamamızın çok daha kolaylaşacağından bahsetti:

Önce şahsın karakter rengi belirlenip, daha sonra bu renge ait özellikler karşıda aranmaya başladığında insan ilişkilerinin ilginç bir şekilde çok daha iyi bir seviyeye geldiği…
Kim neden hoşlanır ya da hoşlanmaz daha kolay anlaşıldığı…
Kim kiminle anlaşamaz veya anlaşır ya da hangi konu açılırsa ilgi çekilebildiği…

*
Program esnasında telefonla bağlanarak sorumuzu bir espriyle ilettik:

photo

(Ahmet Ak, Ahmet Eler, Okşan Algur, Tarık Akan)

“Ekşi Sözlük” sayfalarında dikkatimizi çekmişti, Oğuz Saygın’la ilgili; kendisini bir bilgi şöleninde dinlemişler, çok sempatik bir insan olduğunu yazıyorlar, ayrıca sıkılmadan, saatlerce dinlenebilen insanlardan olduğunu da belirtmişler.
Oğuz Saygın orada, “çok unutkan olduğunu” söylemiş;
Bir gün sinemada çocuğunu unuttuğu doğru muydu acaba?
*
Oğuz Saygın, “Evet, doğrudur” diyor.
“İletişimin ilk adımı, saçmalamaktır; saçmalanacak ki ardından doğrusu söylensin, ardından daha doğrusu gelsin ve en sonunda en doğruya ulaşılabilsin” diye de ekliyor. Bu bağlamda özellikle çocuklarımızın saçmalamalarına izin verebilmeliyiz, hocamızın görüşüne katılmamak elde değil! …
Konuyu, Sevgili Muhsin Durucan öğretmenimizin bir tespitiyle özetlemeye çalışalım:

BrImage

(Muhsin Durucan)
Beş yüz kişi bir seminerdedir. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.
Katılımcılar odaya alındı ve beş dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kargaşa ortamı oluştu.
Beş dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı. Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu.
Konuşmacı dedi ki: “Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir.”

* * *

Merak etmeyin, Oğuz Saygın benzer bir yöntemle çocuğunu bulmuştur.

İbo’nun balonları mı?

Vefasızlığa kurban giden, eskilerden kalan bir isim İbo…

M. Haldun Dursunoğlu’nun anlatımıyla; tam ismini bilen nadirdir, İbrahim Sesigüzel adı, belki pek bir şey çağrıştırmayacak bile. Kendisi de bu vefasızlığı görerek ayrıldı zaten aramızdan.

a17822153d19

(İbrahim Sesigüzel)

 

Peki ya “Balonlu İbo” yahut “Benim Balonlarım Vardı İbo” desek!
Evet, gerçek ismi İbrahim Sesigüzel’di. “İbo” diye meşhur olmuştu “Balonlu İbo”. Tabi “İbo” denince herkesin aklına tek bir kişi geliyor. Büyükten küçüğe herkes içinden İbrahim Tatlıses ismini geçirdi, büyük ihtimal. Oysa evvelden İbo ismi, elinde balonları olan, şişman mı şişman, sevimli mi sevimli, kalın çerçeveli gözlükleri ve askılı pantolonlarıyla meşhur olmuş, çocukların sevgisini kazanan gerçek İbo…

Tek kanallı zamanların bayram seyran günlerinde “Balonlu İbo” ekranda boy gösterir, elindeki balonlarıyla ve çocuklarıyla şenliğe şenlik katardı.

Neticede, “Balonlu İbo 53 yaşında kalp damarlarından dolayı mı, vefasızlıktan mı vefat etti, bilinmez. Altınoluk’ta defnedilirken yanında sadece amel defterini değil, çocuk şarkılarını, balonlarını, mütebessim yüzünü ve bayram sevinçlerini de götürdü 26 Ekim 2003’te… Altı yabancı dili ve pedagog kimliği, entelektüel duruşu ve mütevazı ağabeyliği; cilalı imaj camiasının yalanını da ortaya çıkardı. Gerçi bundan kim üstüne düşeni alır ki! …”  diyor Sevgili H.Dursunoğlu… (A.AK)

__________ o __________

Leave a Reply

Your email address will not be published.